Elektrik düşler
Tate Modern'daki yeni sergi "Electric Dreams: Art and Technology Before Internet", internet öncesi dönemin sanat eserlerinde teknolojinin izini sürerken geçmişten bakarak bugünü hayal ediyor
Mekanik kurgular, optik illüzyonlar, boyut ve mekanla ilgili keşifler, algıları tetikleyen ışık ve ses numaraları (girişte bu konuda herhangi bir rahatsızlığımız olup olmadığı konusunda uyarılıyoruz) ve ekranlar. Özellikle ekranlar. Dijital dendi mi gelecek tahayyülümüzde biryerlerde mutlaka olması gerektiği çok önceden belli büyük büyük pikselli grafiklerin yer aldığı oyun ekranları 1980’lerden itibaren sanatçıların kadrajına girmiş gibi duruyor.
Geçmişe ait gelecek tahayülleriyle ilgili olanlar, yani “retro-fütüristik” işleri sevenler için Tate Modern’ın yeni sergisi “Electric Dreams: Art and Technology Before Internet” (Elektrik Düşler: İnternet Öncesinde Sanat ve Teknoloji) ilginç manzaralar sunuyor. 1950’lerden 1990’lara uzanan aralıkta hayata geçirilmiş sanat eserlerinin sergilendiği bir çerçeve yaratılmış ve sanatçıların teknolojiyi o dönemde nasıl kullandığı anlatılırken, bir bakıma geleceğe dair neler düşünüp hayal ettikleri de ortaya konmuş. Bazı işler gelecek öyle gelmedi dedirtirken bazıları şaşırtıcı derecede isabetli.
Venezuellalı sanatçı Carlos Cruz Dies’in 1974 tarihli “Environnement Chromointerferent” adlı eseri büyük beyaz bir alandaki nesnelerin üzerine düşürülen projeksiyonla mekanı devamlı hareket halinde bir oluşuma dönüştürüyor. Yürürken dengenizi kaybedip bir yerlere tutunma ihtiyacı duyuyor, zeminin ayağınızın altından kaydığı hissine kapılıyorsunuz. Dönemin geleceğe dair belirsizlik ve değişim duygusunu en bariz hissettiren eserlerden biriydi.








François Morellet’nin gözleri kamaştıran yerleştirmesi pi sayısını dijitalleştirip kırımızı ve mavi renklerin kullanıldığı göz alıcı bir mozayiğe dönüştürüyor. Vera Spencer’ın 1954 tarihli tablosu bilgisayarlardaki en eski veri depolama yöntemlerinden biri olan delikli kartları (punched card) renklendirip kullanıyor. Suzanne Treister bazı video oyun ekranları kurgulamış ve bunları tabloya çevirmiş. Herkes kendince oturup teknoljiyi sorgulayarak bulundukları onyıldan geleceğe bir pencere açmaya çalışmış. Kimi estetik açıdan yakalamaya çalışmış meseleyi kimi de sosyal veya psikolojik açıdan. Bugünden bakınca bazıları naif düşler gibi görünse de içlerinde çok isabetli olanlar var.
Mesela Harold Cohen’in 1979 tarihli eseri “Aaron #1 Drawing”, kendi tarafından geliştirilen Aaron adlı otonom yapay zeka yazılımının çizdiği resimlerden biri. 1972 yılında yazılan program üzerinden Cohen bir robota resim yapmayı öğretiyor, ardından program ve robot otonom bir şekilde kendi tablolarını yapıyordu. Yapay zekanın sanat alanındaki kullanımında öncü olması bir yana GenAI mantığının da öncü kullanımlarından biri olarak düşünülebilir.
1950’lerde soğuk savaşa paralel savunmada üzerinden devletler eliyle ivme kazanan ve büyük bir sıçrama yaşayan teknoloji 1990’larda artık PC’lerin hayatımızın ortasına oturmasıyla tamamlanmış, özel sektör teknolojiyi yaygınlaştırıp kazanç elde etmenin yollarını keşfetmişti. O yüzden eskiye gidildikçe sanatçılar ve eserleri daha tedirgin, mesafeli, dünya dışı, korkutucu, soyut bir yerden bakıyor geleceğe. Teknoloji var ama günlük hayata o kadar yansımamış. 90’lara geldikçe teknolojinin uzay savaşı olmaktan çıkıp pek çok alanda geliştiğini hatta bir noktada Atari, X Box, Sony PlayStation olduğunu görüyoruz. Sonrasında internet hayatımıza girecek. Büyük faydalar sağlama umutlarıyla çıkılan yol, kısa süre sonra sosyal medya adı verilen bir manipülasyon bataklığına, chat bot’lara, çöp bilgi okyanusuna, trolizme doğru evrilecek.
Benim kuşak teknoloji ve dolayısıyla “gelecek” dendiğinde, uçan arabalar, robot hizmetçiler, gezegenler arası galaktik bir hayat, bolca uzaylı dost ve düşman yaratık, uzay gemileri, ışınlanma gibi hayaller kurmuştu. Ancak gelecek, cep telefonu, elektrikli araba, milyarder teknoloji patronları, bolca online şiddet, trol, dezenformasyon, manipülasyon getirdi. Sizin anlayacağınız gelecek başka türlü geldi.
Bu tip sergilerin cazip yanı gördüklerinizin sizi zamandan koparıp başka bir boyuta ışınlaması. “Elektrik Düşler,” bizi internet öncesi gibi tanımı zor bir döneme ışınlamaya çalışsa da eninde sonunda üzerimizdeki etkisi zamanın içinde bir yerlerde havada asılı kalmak oluyor. Geçmişe doğru yola çıktık ama bir yere varamadık. Ne dün, ne bugün, ne geçmiş, ne gelecek. Benim hoşuma gitti.
(Sabredip okuduğunuz için teşekkür ederim. Beğendiyseniz, like tuşuna basabilir, paylaşabilir, henüz değilseniz abone olabilirsiniz. “Electric Dreams: Art and Technology Before Internet”, yolu düşenler içi Londra Tate Modern’da 1 Haziran’a kadar açık. Sergiye dair fikir ve yorumlarınızı merakla bekliyorum. MT)